Başörtüsü Meselesi
Müslüman kadınlar için başörtüsü örtmek, Allah’ın emri olan kesin bir farzdır. Allah Resûlü’nün hadisleri de bunu beyan etmektedir. Ayrıca bunun üzerinde bütün müctehid âlimler söz birliği (icmâ ve ittifak) etmişlerdir(1).
Kur’an-ı Kerim’de: “…Başörtülerini, yakalarının üstünü kapayacak sûrette koysunlar…” buyrulmaktadır. (Nur, 31). Peygamber Aleyhisselâm da, konuyla ilgili bir hadîsinde: “Ergenlik çağındaki bir kadının –yüz ve eller dışında- hiçbir yerinin nâmahreme gösterilmesinin câiz olmadığını” bildirmiştir. (Ebû Dâvud, Hd.4104).
Âyet-i Kerîmenin metninde “başörtüleri” anlamındaki kelime “humur” olarak geçmektedir. Humur, “himâr” kelimesinin çoğul şeklidir. Himâr ise “örtü” demektir ve bilinen örfte başörtüsüne mahsus isim olmuştur. Âyet-i Kerîmede kastedilen de budur(2).
Adı geçen âyette, Müslüman kadınların başlarını, saçlarını, kulaklarını, boyunlarını ve göğüslerini örtmeleri ve bunu sağlayacak başörtüsü kullanmaları emredilmektedir(3). Bütün tefsirlerin yazdığı, sahâbe döneminden beri bütün müslümanların inanç ve anlayışı budur.
Şüphesiz ki, kadının yüzü ve elleri –bir de ayakları- dışında, saçlarıyla birlikte bütün bedeni avrettir. Bunların zaruret dışında nâmahrem – yabancı erkeklere gösterilmesi câiz değildir ve örtülmesi farzdır. Bunun dışındaki inkârcı yaklaşımlar, tamâmen yanlış ve saptırmadır.
(Temeli savaş esirliğine dayanan – ve şimdi mevcut olmayan-hizmetçi durumundaki “câriye” kadınlar içinse, baş ve kollar, dizaltı baldırlar ve göğüs bölgesinin açık olması serbest bırakılmıştır).
İslâm öncesi kadınlar da başörtüsü (türban) takıyorlardı. Fakat yalnız arkalarına bırakırlar, önden yakaları ve boyunları açık kalırdı. Örtüyle ilgili âyet gelince, bunu duyan müslüman kadınların hepsi bu emre uyarak, geniş örtülerle derhal başlarını örtüyorlardı(4).
Tarih boyunca İslâm toplumunda kadınlar, başörtüsüyle örtünmüşlerdir. Daha çok dışarıda giyilen ve bütün bedeni kaplayan, “cilbâb” denilen geniş dış örtüsü de bunun tamamlayıcısıdır. Başörtüsü geleneği sıradan bir âdet değil, Allah ve Resûlü’nün emriyle, tüm müslümanların icmâ ve ittifakıyla benimsenip yerleşmiş bir uygulamadır.
Kadınlar için başörtüsünün dinî bir emir olduğuna inanmamak, İslâm’dan kopma tehlikesine götürür… Müslüman kadın için bunun ilâhi emir gereği bir vazife olduğuna inandığı halde, çeşitli nedenlerle, kendi ihmâl ve isteğiyle başörtüsünü terk eden hanımlar, dinden kopmuş olmazlar; ancak günahkâr olurlar.
Evet, başörtüsü ve örtünmeye gereği gibi dikkat etmemek, erkekler için de zaruret yokken irâdesiyle açık-saçık kadınlara bakmak haramdır, günahtır. Fakat bu durum ısrarla devam etmedikçe, farz namazları terk etmek kadar büyük günahlardan sayılmaz! “Tevbe edip günahtan vazgeçenler ise, onu işlememiş gibi olurlar.” (İbn Mâce,Hd.4250).
Zamanımızda birçok müslüman hanımın, örtünmek istediği halde moda ve alışkanlık yahut çeşitli zorluk ve engeller yüzünden, toplumda başörtüsü örtemediği bilinmektedir. İnancında samimî ve örtünmeye tarafdar olan, fakat başörtüsüyle aradaki engelleri aşmakta zorlanan bu hanımlara, hoşgörü ve anlayış gösterilmelidir. Bu gibi bayanlar, sırf başörtüsüz diye horlanıp dışlanmamalı; durumlarına göre bilgi ve ilgi desteğiyle, örtünme hususunda yardım ve imkân sağlanmalıdır. Her zaman ve her yerde gereği gibi örtünemeyen de, elverişli zaman ve ortamda mümkün şekliyle örtünmelidir.
(Başörtüsü takmak istediği hâlde, zarurî sebeplerle erkekler arasında başını açmak zorunda kalan bayanların, insan saçından olmamak şartıyla, hayvan kılı veya sentetik ipliklerden yapılmış peruk kullanmaları-hoş olmasa da-câiz olur; gerektiğinde takılabilir)(5).
————————————————————————————-
(1) et-Taberî: Câmiu’l-Beyan (Beyrut,1988),18/119; Ebû Ceyb:Mevsûatü’l-icmâ (Dimaşk,1997),2/843-46;el-Kardâvî: Fetâvâ Muâsıra (Küveyt,1996),1/453.
(2) es-Sicistânî: Garîbü’l-Kur’an (Beyrut, 1997), s. 298; el-Kurtubî: el-Câmi’li-Ahkâmi’l-Kur’an, (Kahire, 1996), 12/233; el-Vâhidî: el-Vasît (Beyrut,1994), 3/316; İbnü’l-cevzî: Zâdü’l-mesîr (Beyrut,1987), 5/356; İbn Manzûr:Lisânü’l-Arab (Beyrut,1995), 4/213.
(3) Hamdi Yazır: Hak Dini Kur’an Dili (İstanbul, 1970-71), 5/3505;Vehbe ez-Zuhaylî: et-Tefsîru’l-Münir (Beyrut,1991), 18/211,218; el-Âlûsî: Rûhu’l-Maânî (Beyrut, 1997),18/208-209.
(4) el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’an, 12/233; İbn Kesîr: Tefsîru’l- Kur’ani’l-Azîm (Riyad,1997) 6/46-47; er-Râzî: et-Tefsîru’l- Kebîr (Beyrut, 1990), 23/179; İbn Atıyye: el-Muharreru’l-Vecîz (Beyrut, 1993), 4/178.
(5) İbn Hacer: Fethu’l- Bârî (Beyrut, 1996), 11/572; el-Aynî: Umdetü’l-Karî (Beyrut, 1998), 15/115; İbn Âbidîn: Reddü’l- Muhtâr (Beyrut, 1994), 9/535-36; es-Semerkandî: Tuhfetü’l-Fukahâ (Beyrut, 1993), 3/344; İbnü’l- Cevzî: Ahkâmü’n-Nisâ (Beyrut, 1988), s. 345; el-Kâsânî: Bedâiu’s-Sanâi’ (Beyrut, 1997), 6/503.