Moğal İstilası ve Vahşet
Büyük tarihçilerimizden İbnü’l-Esîr (Ö. 1233) der ki: Moğol Tatarların İslâm diyarına girişleri hadisesini kaleme almaktan yıllarca çekinip durdum… Kim bu büyük felaketin yazılmasını ve anlatılmasını kolay bir iş gibi görebilir? Keşke annem beni doğurmasaydı; keşke bu büyük felaketten önce ölüp gitseydim!.. Biri çıkıp, ‘Adem Aleyhisselam’ın yaratıldığı günden bugüne kadar, alemde bu felaketin benzeri görülmemiş ve yaşanmamıştır’ dese, mutlaka doğru söylemiş olur.
Moğol istilâcıları, ihtiyaç duydukları buğday gibi yiyeceklerin sıkıntısını çekmiyor ve yardım da istemiyorlardı. Çünkü geçtikleri her yerden ganimet olarak aldıkları koyun, sığır, at ve benzeri hayvanlar olduğu için, sadece bunların etini yiyorlardı. Otlarla beslenen binekleri de, yerleri tırnaklarıyla kazıyarak çıkardıkları bitki köklerini de yiyorlardı. Bunun için konakladıkları yerlerde hariçten bir şeye muhtaç olmuyorlardı.
Moğollar’ın dinlerine gelince: Doğuş anında güneşe secde ediyorlar, hiçbir şeyi haram olarak görmüyorlardı. Köpek ve domuz dahil, her türlü hayvanı yiyorlardı. Nikah işini de bilmezlerdi. Bir kadınla birçok erkek karı-koca gibi olabilirdi. Doğan çocuklar da babasını bilmezdi.
Moğol çapulcuları, geçtikleri hiçbir şehri yakıp yıkmadan, uğradıkları en ufak bir köyü ateşe verip yağlamadan geçmiyorlardı. Kendilerine yarayanı alıyor, alamadıkları eşyaları, evleri ve cami leri ateşe veriyorlardı. Hatta değerini bilmedikleri için, ipek iplikleri bir araya toplayıp yakarak seyrediyorlardı.
1220 yılında Cengiz Han’ın başlattığı Moğol İstilası, bir sene içinde Türkistan, İran ve Azerbaycan ülkelerini dehşet verici tahribatla, kan ve ateşle ele geçirmişti. Müslümanların uğradığı bu büyük belanın, dünyada benzeri görülmemiştir.
el-Kâmil, 12/358 vd.; el-Bidaye ve’n-Nihâye, 13/102 vd.