Mesnevi’den Kıssalar
Yanmayan Peşkir
Mâlik oğlu Enes R.A.’dan rivayet edilmiştir. Birisi ona konuk olmuştu. O hikaye eder:
Yemekten sonra el havlusunu sararmış, kirlenmiş gören Hz. Enes, hizmetçi kadına: “Bunu al da tandıra at, bir müddet kalsın” dedi.
Enes’in sırlarına vakıf olan o hizmetçi de havluyu ateşle dopdolu tandıra atıverdi. Bütün konuklar şaşırıp kaldılar. Havludan duman çıkacağını, kavrulup yanacağını sanıyorlardı. Derken bir müddet sonra hizmetçi, havluyu arınmış, temizlenmiş, tertemiz olarak getirdi.
Oradakiler: “Ey Peygamber’le görüşüp konuşmuş olan aziz zat! Havlu nasıl oldu da hem yanmadı, hem de temizlendi?” dediler. Enes dedi ki: “Allah Rasulü (salât ve selam ona olsun), bu havluya elini ağzını silmişti, onun için.”
Ey ateşten, azaptan korkan gönül; böyle bir ele, böyle bir ağza yaklaş! Bu el, bu ağız, cansız bir şeye böyle bir yücelik verirse, aşığın ruhuna neler açmaz, neler yapmaz!..
Sonra o hizmetçi kadına dediler ki: “Peki biz bu hali gördük, sen de bize halini söylemez misin? Nasıl oldu da hemencecik havluyu tandıra attın? Diyelim o sırlara erişmiş. Ya sen bu derecede değerli bir havluyu sen nasıl ateşe fırlatıp attın?”
Hizmetçi dedi ki: “Ben kerem sahiplerine itimat ederim. Onların keremlerinden ümitsiz değilim ki. Havlu da ne oluyor? Bana bile ateşe atıl dese, ona olan itimadımdan derhal ateşe atılırım. Benim Allah’ın üstün kullarına ümidim çoktur. Her kerem sahibi, her sır bilir kişiye itimadım var. Bu yüzden değil havluyu, başımı bile atarım.”
Kardeş, sen de kendini bu iksire vur. Erkeğin himmeti, erkeğin sadakati, kadından aşağı değil ya! Bir erkeğin gönlü kadının gönlünden aşağıysa, o gönül işkembeden de bayağıdır artık!