Fıkıhta Mezheb Taklidi

Fıkıhta Mezheb Taklidi

Bugün müslümanların mevcut dört sünnî mezhebden (Hanefî, Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî) birine tabi olması gereklidir. Mezheb değiştirmek caiz olduğu gibi, bugün Hanefî mezhebine göre namaz kılan kimsenin, başka birgün Şafiî, daha sonra Malikî veya Hanbelî mezhebine göre namaz kılması da esasen caizdir. Ancak bu durumda, o mezheblerin abdest ve namazda aradığı şartlara uymak gerekir. Bir de ihtiyaç olmadıkça farklı mezhebler arasında dolanmak, caiz olsa da hoş değildir.

Bir mezhebe bağlı kimsenin kendi mezhebini bırakmadan, lüzum ederse bazı meselelerde şartlarına uyarak, diğer bir mezhebe uyması; yani o mezhebi taklid etmesi caizdir. Fakat hevesine uyup kolaylık olsun diye mezhebler arasında birbirine aykırı hükümleri birleştirip amel etmek -ki buna telfik denir- meşru değildir. Bazı zaruretler ve nadir haller dışında, genellikle telfik caiz görülmemiştir.

Mesela Hanefîlerde kanama, Şafiîlerde namahreme dokunma, abdesti bozar. Hem burnu kanayan, hem kadına dokunan kimse, iki taraftan olumsuz hükümleri birleştirdiği için, bu iki mezhebe göre de abdest yenilemeden namaz kılamaz. Fakat kanama ve dokunmadan yalnız biri olursa, öbür mezhebin abdest ve namaz şartlarını yerine getirerek namaz kılınabilir.

Tek bir meselede olduğu gibi, birbirine bağlı iki ayrı meselede, mesela abdest ve namazda mezheb taklidi yapılırken, esas olan ihtiyatlı davranıp her ikisinde aynı mezhebin şartlarına uymaktır. (Şartların tamamına uyamayan, yapabildiği kadarını uygular.) Şafiî mezhebine göre, namazda çok az necasetten dahi sakınmak ve imama uyunca da her rekatta Fatiha okumak gerekir. (1)

Mezheb Taklidine Örnekler

Hanefîler dışındaki diğer üç mezhebde, başta seferîlik hali olmak üzere birkaç mazeret durumunda, öğle ile ikindi namazını ve akşam ile yatsı namazını kendi aralarında, birini öne veya öbürünü geriye almak suretiyle, tek vakitte birleştirip kılmak caizdir. Birleştirme için baştan niyetlenmek, sırasıyla yapmak, arayı açmamak ve seferîliğin devamı şarttır. Hanefîler de, lüzumu halinde bu şartları ve namaz için diğer mezheb şartlarını gözetmek kaydıyla, mezheb taklidi yaparak namazları cem eder, birleştirebilirler.

İki yaşını geçmemiş süt çocuğunun bir defa süt emmesiyle Hanefî ve Malikî mezhebine göre süt hısımlığı sabit olur. Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre ise, ancak beş defa emmekle süt hısımlığı meydana gelir. Öyleyse senelerce evlilik hayatı sürdükten ve birkaç çocuk sahibi olduktan sonra, bir-iki defa emmeyle süt kardeşi oldukları ortaya çıkan ve ayrılmaları halinde ciddi aile problemiyle sıkıntıya düşecek kimseler için, Şafiî mezhebi taklid edilerek evliliğin devamı sağlanabilir. (Nişan devresindeyse derhal ayrılmalıdır.)

Şafiî mezhebinde nikâhın şartlarından olan kızın erkek velisi tarafından nikâhlanması, iki şahidin adil erkek olması, evlenmenin “nikâh, tezvic” lâfızlarıyla yapılması gibi hususlar ilk nikâhta bulunmuşsa, taklid için zaten mesele kalmaz. Bu hususta tereddüt varsa, Şafiî mezhebi şartlarına göre yeniden nikâhlanmak uygun olur.

Adet halindeki kadının el sürmeden Kur’an okuması Malikîlere göre caizdir. Lüzumu halinde Malikî mezhebini takliden okunabilir.

Taklîd şartlarına tam riayet edemeyenler, ictihad birleştirmesiyle telfik yapmayı caiz gören diğer müctehid ve alimlerin görüşüne uymuş olurlar. Bir işi dört mezhebden birine uygun yapmak kâfi geldiği gibi, kısmen telfikten faydalanmak da ihtiyaç halinde caizdir. (2)

Mezheblere Bağlılık Ölçüsü

Mezheblere bağlılık yönünden insanlar üç kısma ayrılır: Âmî, alim ve müctehid.

Âmî: Bunlar, dinî hüküm ve deliller hakkında yeterli ilim sahibi olmayan avam tabakası ve sırf mukallid (bilmeden taklid eden) kimselerdir.

Bunların mevcut dört mezhebden birine ve yetkili alimlere uyması lâzımdır. Sağlam kitaplardan bilgi almak da, alimlerden öğrenmek demektir.

Alim: İlimde ictihad mertebesine ulaşmamış, fakat şer’î ilimlerde ve hükümlerin delillerinde bilgi seviyesi yüksek olan, mezhebde sırf mukallid değil, müttebi’ (bilerek uyan) kimselerdir.

Bunlar, bir bakıma mukallid durumundadır. Fakat delilleriyle birlikte iyice inceleyip hakkında kuvvetli bilgi sahibi oldukları hususlarda, yeni bir mezheb yolu açmadan, mezheb içinde bir nevi ictihad da yapabilecekleri kabul edilmiştir. Buna mecazî ictihad denir.

Müttebi’ alimler bir meselede, bağlı bulundukları mezhebden başka bir mezheb görüşünün daha sahih ve isabetli olduğu sonucuna varırlarsa, ona uyabilirler. Ancak onların ictihad benzeri görüş ve tercihleri ümmet içinde kabul ve itibar görmezse, o meselede mukallid seviyesinde kalırlar.

Müctehid: Kur’an ve Sünnet’ten şer’î hükümler çıkaracak, ictihad yapacak seviyede üstün alim kimselerdir. İctihad ehliyeti için, hayli ağır on kadar şart vardır. (Bugün, bu şartları taşıyan müctehid yoktur). Müctehidler, istisnaî haller dışında başkasına değil, kendi ictihadlarına tabi olurlar.

Mukallidâmî kişilerin, dört mezheb dışında kalmış mezhebleri veya müctehid sahabileri taklide kalkması kesinlikle caiz değildir. Çünkü onların kitap ve ictihadları, tümüyle derlenmemiştir. Fakat müttebi’-alimler, kendilerine sahih olarak ulaşan sahabe ictihadları ve tarihte kalmış diğer fıkıh mezheblerinden, lüzumu halinde özel çapta faydalanabilirler. (3)

 


(1) Taklid konusunda: İbnu Emiri’l-Hacc, et-Takrir ve’t-Takbir (Beyrut-1996), 3/468-471; eş-Şevkânî, İrşadu’l-Fuhûl (Kahire-1992), 2/366-67; el-Münavî, Feyzu’l-Kadir (Riyad-1998), 1/400-404; eş-Şa’ranî, Kitabu’l-Mizan (Beyrut-1989), 1/170-180; İbn-i Abidin, Reddu’l-Muhtar (Beyrut-1994), 1/177.

(2) Reddu’l-Muhtar, 2/46-47; Haşiyetu’d-Dusûkî (Beyrut-1996), 1/37, 284; Emir Pâdişah, Teysiru’t-Tahrir (Beyrut-ts.), 4/253-56; Muhammed Ebu Zehre, Usulü’l-Fıkh (Kahire-1997), s. 352; Vehbe ez-Zuheylî, Usulü’l-Fıkhi’l-İslâmî (Beyrut-1996), 2/1142-1155

(3) ez-Zerkeşî, el-Bahru’l-Muhit (Kuveyt-1992), 6/283-293; es-Şatıbî, el-İ’tisam (Beyrut–1996), 2/534-35; eş-Şirazî, Şerhu’l-Luma’ (Beyrut-1988), 2/1007-1026; et-Takrir ve’t-Tahbir, 3/460-61, 472-73; Feyzu’l-Kadir, 1/401-402.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir