Mesnevi’den Kıssalar
Sabrın Kerameti
Bir derviş, Ebu’l-Hasan Harkanî’nin şöhretini duyup Talkan şehrinden yola çıkmıştı. Dağlar aştı, uzun yollar geçti, şeyhi görmek için özü doğru olarak, Allah’a yalvarıp yakararak nice yol aldı. Yolda çok cefa gördü, eziyet çekti.
Nihayet yolu bitirip maksadına ulaştı. O mana sultanının evini sordu. Kapısına geldi, saygıyla kapı halkasını vurdu. Şeyhin karısı kapıdan başını çıkarıp, “Ey kerem sahibi, ne istiyorsun?” dedi. Derviş, “Ziyaret için geldim” deyince, kadın kahkahayla gülüp dedi ki, “Sakalına bak yahu! Hele şu yolculuğa, uğraşdığın derde bak! Yerinde yurdunda işin yok muydu da beyhude yere yollara düştün? Bir ahmağı görmek hevesine mi düştün, yoksa yurdundan mı usandın? Yahut şeytan sana bir boyunduruk vurdu, vesveseler mi verdi ki, bu yolculuğa çıktın?”
Daha birçok kötü sözler söyledi, hakaretler sıraladı. Kadının saygısız gülmesinden, hikayeler düzmesinden derviş pek dertlendi. “Yeter!” diye bağırdı. “Senin gibi bir şeytanın saçmaları mı beni bu kapının toprağından döndürecek?”
Artık derviş herkese şeyhi sormakta, her tarafta onu araştırmaktaydı. Birisi dedi ki, “O kutup, odun getirmek üzere ormana gitti.” O zülfikâr düşünceli ve ateşli derviş, ormanın yolunu tuttu. Şeytan aklına, dolunayı bile örten vesvese vermekteydi. “Bu din şeyhi neden böyle bir kadını evinde tutuyor, onunla düşüp kalkıyor?” demekteydi.
O bu düşüncedeyken, şeyh bir aslana binmiş, çıkageldi. Kükremiş aslan odunu çekmekteydi, o kutlu zat da odunların üstüne binmişti. Dervişi uzaktan gördü ve güldü. “Sakın aldanma” dedi, “Şeytanı dinleme! Ben sabredip bu kadının yükünü çekmeseydim, aslan benim yükümü çeker miydi hiç?”